Krallar Düşerken: Silivri’nin Tahtları

Ayşenur Arslan’ın Halktv.com’da yayımlanan “Gün geliyor krallar da kaybediyor” başlıklı yazısını okuduğumda, zihnimde bir perde aralandı.

Krallar Düşerken: Silivri’nin Tahtları
Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Ayrıca Bu Haberi Paylaş:

Ayşenur Arslan’ın Halktv.com’da yayımlanan “Gün geliyor krallar da kaybediyor” başlıklı yazısını okuduğumda, zihnimde bir perde aralandı.

Perdenin arkasında Silivri vardı. Tahtlar, alkışlar, kalabalıklar…

Ve sonra sessizlik.

Reklam

Gülseren Budayıcıoğlu’nun hasta hikâyelerinden süzülen “Kral Kaybederse”, bir iktidar masalı değildir aslında; iktidarın insana ne yaptığını anlatan bir aynadır.

Halit Ergenç’in canlandırdığı kral, şatafatla yükselir; sofralar uzar, ışıklar çoğalır. Ardından taht sallanır.

En sonunda kral, kaybederken kazandığını sanır. Seyirci ise kendi hayatının krallarını düşünmeye başlar.

Ben de düşündüm.
Silivri’nin krallarını…

İlk akla gelen isim, Selami Değirmenci oldu.
Değirmenci toplantılarda sahneye çıktığında salonun havası değişirdi. Kalabalık, bakışlarını ona sabitlerdi.

Çarşıda yürürken insanlar yol verir, sahilde adımlar onun temposuna uyardı.

Onun döneminde kimin nereye başkan olacağına, kimin olmayacağına görünmez bir el karar verirdi.

Silivrispor’un kaderi, STK’ların listeleri, adaylıkların sınırı hep aynı masada çizilirdi.
Selami Değirmenci’den şimdi kalan, zamanın kıyısında çekilmiş birkaç fotoğraf…

Şimdi bir imza günü kalabalığında donup kalan kareler.

Sonra Hüseyin Turan…

Muhafazakâr kesim ona inanmıştı.

Yükselmesi kadar düşmesi de hiç ummadığı anda oldu.

Silivri’ye hizmet yapayım derken, insanları unutmuştu.

Yakınlarından darbeler yedi.

Tahtında yalnız başına kaldı.

Tahttan düşünce de yalnızdı.

Sonra Özcan Işıklar
Göreve geldiğinde söylediği ilk cümle, bir vaatten çok bir hükümdar gibiydi:
Silivri’nin imamı da papazı da benim.”
O cümleyle birlikte Silivri, hizmetten çok ihtişamın sahnesine dönüştü. Alkış vardı, gösteri vardı, ama derinlik yoktu.

Bugün geriye bakıldığında ne imam kaldı ne papaz ne de o parlak ışıklar.

Volkan Yılmaz ise başka bir hikâyedir.
Belki de en hızlı değişen kral…
Seçilmeden önceki tevazu, samimiyet ve sokak dili; makam kapısından girildiği anda yerini yüksekten bakan gözlere bıraktı.

Belediyeyi İstanbul’la kıyaslayacak kadar bir özgüven, zamanla “ben”le başlayan cümlelere dönüştü.

Kibirin dili serttir; önce kulağı sağır eder, sonra kalabalığı dağıtır.
Halk ise sadece asfalt, yol, bina değil temasta ister.

Sadece hizmet değil, ulaşabilirlik ve erişebilirlik te arar.

Ve kral, bunu fark ettiğinde artık çok geçtir.
Volkan Yılmaz’da şimdi eski günlere dönmek için yeni bir taht arayışı var. Ama zaman, eski tahtları tekrar cilalamaz.

Krallar kaybeder.
Ama mesele kaybetmek değildir; nerede, ne zaman ve neden kaybettiğini anlayabilmektir. Asıl bilgelik, düşüş başlamadan kenara çekilmeyi bilmektir.

Karanlık zamanlarda kandırılmamak için hafızaya sarılmak gerekir. Çünkü iktidar, insanı yükseğe çıkarırken gözlerini bağlar.

Denge bozulduğunda, en gür alkışlar bile yankıya dönüşür.

Dizinin sonunda bir sahnede Kenan Baran’ı bir otobüs durağında görürüz.
Bir zamanlar aracının direksiyonuna bile başkasının dokunamadığı adam, şimdi halkın beklediği durakta ayaktadır.

İşte o sahne, her şeyin özetidir.

Krallar da kaybeder.
Ve ne yazık ki onlar kaybederken, şehir de kaybeder.

Silivri’de bugüne kadar hiçbir kral, tahtında sonsuza kadar oturamadı.
Çünkü şehirler, sonunda krallarını değil; geride kalan izlerini hatırlar.


Ayrıca Bu Haberi Paylaş:
Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ